HANZALA

On yaşlarında ayakları çıplak, kıyafeti yamalı, sırtını okuyucuya dönen bu çocuk da kim? İsmi HANZALA. O bir karikatür. Ama bir hayal ürünü de değil. Hatta gerçeğin ta kendisi. Nasıl mı? Anlatayım.

Naci el-Ali 1938 yılında Filistin’in bir köyünde dünyaya geldi. 15 Mayıs 1948 yılında yani işgal devleti İsrail kur(dur)ulduktan bir gün sonra büyük felaket anlamına gelen NEKBE yaşandı. Bu felakette işgal çeteleri Filistinlilerin evlerine baskın düzenliyor, insanaları öldürüp geride kalanları bulundukları yerleri terk etmeye zorluyordu. İşte bu süreçte evini terk etmek zorunda kalan bir milyona yakın Filistinli’den biri de Naci el-Ali’ydi. O ailesiyle birlkite Filistin’den ayrılıp Lübnan’daki Ayn el-Hulve mülteci kampına yerleşti. Tüm bunları yaşadığında henüz 10 yaşlarında bir çocuktu.

Ali, 1959’da Sanat Akademisi’ne girdi. İlerleyen dönemde gazetelerde karikatürleri yayımlandı. Yaşanan süreç karikatürlerinin konusunu oluşturdu ve Hanzala’yı çizdi. Hanzala, Naci el-Ali’nin kendisiydi aslında. On yaşında ülkesinden ayrılmak zorunda kalan o çocuk. Hiç büyümemiş hep aynı yaşta kalmıştı. Vatanı özgür olup Filistin’e dönene kadar yaşı aynı, sırtı ise hep okuyucuya dönük kalacaktı. Naci el-Ali, Hanzala üzerinden hem emperyalist çözümlere! hem Arap ülkelerinin sessizliğine tepki göstermişti.

Naci el-Ali işgalcilerin korktuğu bir isimdi. Zira Hanzala yani küçük Ali ile işgali, zulmü dünyaya duyuruyordu. 1987 yılında siyonistlerin patlattığı bir bomba ile vefat etti.

Naci el-Ali vefat etti. Ancak Hanzala hâlâ yaşıyor ve hâlâ on yaşında. Sırtı ise bize dönük. Biz ise onun yüzünü döneceği günü bekliyoruz. Hanzala yüzünü dönsün, tüm Filistinli çocuklarla, dünyanın bütün mazlumlarıyla birlikte yüzü gülsün diye çabamız.

Bir kalem bir silahtan daha güçlü, daha etkili olabilir mi? Oluyormuş. Bir karikatürist kalemiyle bir zulmü dünyaya duyurabiliyormuş. Bergusî diyor ya: “Yazı yazabilen yazsın, gazeteci olan haber paylaşsın, hiçbir imkanı olmayan en azından dua etsin ve yaptığı işi en güzel şekilde yapsın. Ama herkes bir şey yapsın. Yazılarımızla kağıtları diriltmek ve kalemleri tüketmek için bunu yapmamız gerekiyor.” diye. İşte tam da öyle. Yaptığımız iş neyse onunla bu yolda olmak üzerimize düşen. Dualarımızla, resmimizle, bestemizle, yazılarımızla, icatlarıımzla… Sormak gerekir mesela: “Benim yaptığım bu iş düşmanı ürkütür mü? O etkiye sahip mi diye?” Belki yeniden gözden geçirip niyetlerimizi daha bir sıkı çalışırız derslerimize, daha güzel yaparız işlerimizi, dualarımıza sımsıkı sarılırız.

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”                                                                               

Zeynep Sena YILMAZ


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir